Korkmuyorsun
değil mi? Ne alnından boşalıyor terler, ne de söz konusu bile olmuyor ellerinin
titremesi. Sen hiç zifirden karanlık bir odada duvarların inceliklerine ve
büründüğü yüzlere de saygı duymadın, biliyorum ve görüyorum sanki deprem
oluyormuş duygusu yaratan korkutucu sessizliğin ve yalnızlığın içinde
kaybolmadığını da. Çünkü belki betondan, belki çamurdan, bir şekilde neticede
siyahtan ve karanlıktan; kısacası ölümün soğuk tutmuş o vertikal yüzünden, bir
kuple de belirsiz nakaratından taşımadın ceplerinde. Sınırları cetvelle
belirginleştirilmiş ülkelerin en büyük, en uzun ve en gaddar şeytanı, kalemle
üzerinden defalarca geçilmiş şehirlerin sınırları; siz buradan çekilin, parası
neyse alalım ne varsa gerisinde kalanı. Yeter ki püsküllü rahatınız bozulmasın.
İpek kumaştan üretilsin diyagonal çizgili kravatı. Bir kalbin içinde kaç tane
kapakçık olduğunu düşündün mü hiç veya kaç kapakçığın içine sığabileceğini bir
kalbin? Olmayan yaşam odalarında yok olan odasız yaşamları? Yağmurlu günde
çorabı ıslak, çamaşırı yırtık. Bir kuru ekmeğe katık edebilmek için bir beyaz
domatesi, nasıl bir oyun oynamak zorunda kalabiliyor insan; gördük. Bir de
çeyrek kalıp eskimiş peyniri. Çünkü bu bir oyun olmalıydı. Ateşlerin içinde,
otoban korkuluklarında, inşaat çukurlarında veya kömür madenlerinde ölebiliyorsa
birileri, insan yapımı aptalca bir oyun olmalıydı bu yalnızca. Tuşa bas;
koşsun, ateş et ölsün. Game over. Tekrar başla. Dıkşın! “Oğlum yeter, biraz da
ders çalışsana.” “Tamam anne!” “Baban sen okuyasın diye çalışıyor sabah akşam
demeden.” “Tamam anne!” Baban sana defter alabilmek için ölüyor. O deftere
geleceğini yazabilesin ve hangi 'level'da öleceğini seçebilesin diye: pi re kare! Ve kimse uyarmıyor en başta: BU BİR
OYUN DEĞİLDİR VE YALNIZCA BİR CANINIZ VARDIR.