May 13, 2015

Game Over


Korkmuyorsun değil mi? Ne alnından boşalıyor terler, ne de söz konusu bile olmuyor ellerinin titremesi. Sen hiç zifirden karanlık bir odada duvarların inceliklerine ve büründüğü yüzlere de saygı duymadın, biliyorum ve görüyorum sanki deprem oluyormuş duygusu yaratan korkutucu sessizliğin ve yalnızlığın içinde kaybolmadığını da. Çünkü belki betondan, belki çamurdan, bir şekilde neticede siyahtan ve karanlıktan; kısacası ölümün soğuk tutmuş o vertikal yüzünden, bir kuple de belirsiz nakaratından taşımadın ceplerinde. Sınırları cetvelle belirginleştirilmiş ülkelerin en büyük, en uzun ve en gaddar şeytanı, kalemle üzerinden defalarca geçilmiş şehirlerin sınırları; siz buradan çekilin, parası neyse alalım ne varsa gerisinde kalanı. Yeter ki püsküllü rahatınız bozulmasın. İpek kumaştan üretilsin diyagonal çizgili kravatı. Bir kalbin içinde kaç tane kapakçık olduğunu düşündün mü hiç veya kaç kapakçığın içine sığabileceğini bir kalbin? Olmayan yaşam odalarında yok olan odasız yaşamları? Yağmurlu günde çorabı ıslak, çamaşırı yırtık. Bir kuru ekmeğe katık edebilmek için bir beyaz domatesi, nasıl bir oyun oynamak zorunda kalabiliyor insan; gördük. Bir de çeyrek kalıp eskimiş peyniri. Çünkü bu bir oyun olmalıydı. Ateşlerin içinde, otoban korkuluklarında, inşaat çukurlarında veya kömür madenlerinde ölebiliyorsa birileri, insan yapımı aptalca bir oyun olmalıydı bu yalnızca. Tuşa bas; koşsun, ateş et ölsün. Game over. Tekrar başla. Dıkşın! “Oğlum yeter, biraz da ders çalışsana.” “Tamam anne!” “Baban sen okuyasın diye çalışıyor sabah akşam demeden.” “Tamam anne!” Baban sana defter alabilmek için ölüyor. O deftere geleceğini yazabilesin ve hangi 'level'da öleceğini seçebilesin diye: pi re kare! Ve kimse uyarmıyor en başta: BU BİR OYUN DEĞİLDİR VE YALNIZCA BİR CANINIZ VARDIR.