Jan 29, 2021

Bazı Günahlar

 "Bazı Günahlar" ismini verdiğim ikinci öykü kitabım yayımlandı, artık okuyucusuna emanet.


“Bir zamanlar gökkuşağı gibi parlarken gökyüzünde, panayırlar kurulurken suratınızın orta yerine ve insanların kalbini yangın yerine dönüştürüverirken küçük bir öpüşünüz; gün gelir, münasebetsiz bir yabancı olursunuz, köy bakkallarında satılan ucuz mumlar gibi erir, eriyen mumların aydınlatmayı beceremediği duvarlarda kendi unutuluşunuzun başrolünde oynarsınız. Bir kılıç saplanır göğsünüze, Orhun Yazıtlarını tersten okursunuz. Haritada bulmak ne zordur Moğolistan’ı sonra.”

Zamanın sonradan somutlaştırılmış yarı gerçekliğini bükmekten çekinmiyor Fırat Demir bir kez daha; geçmiş zamanın artık şimdi değiline korkusuzca başkaldırırken, şimdiki zamanın çoktan geçip gitmişliğine ise çaresizce boyun eğiyor… Anlamlı bir zamansızlığa erişemeden, anlamsız bir zamanda geziniyor kelimeleri… Kendi unutuluşunun başrolünde oynayan normal insanların seslenişleri dokunuyor kalemine. Turuncu bir yaz gününde Allah’a sövmeye korkan çocuklar, Magirus’un radyosunda çalan cızırtısız türküler, alçıya alınamayan kalp kırıkları, Rage Against The Machine dinlerken kulağına isyan kaçanlar… İntihar edenlere üzülmemek bir tercih midir peki? Hayata tutkuyla bağlanan birisi, hüzünle terbiye edilmeyi göze almalı mıdır yoksa? Hepsinden öte, Fırat Demir’in, Hz. İsa’ya meydan okuma cesareti olmayan anti kahramanları, önce kendilerine çekiyor fırçayı aslında: “Gelmeyen devrimin vebali, devrimi düşleyip de düzene ayak uyduranların boynunadır.”

Künye

Yazar: Fırat Demir

Adı: Bazı Günahlar

Yayınevi: Kanguru Yayınları

Basımı: Ocak 2021

ISBN: 978-605-175-298-3

Sertifika No: 16840

Genel Yayın Yönetmeni: Aydın Şimşek

Editör: Kevser Ruhi

Dizgi: Nurgül Gökmen

Sayfa Sayısı: 128

Fiyat: 23 TL

Medya Cinsi: Ciltsiz

Hamur Tipi: 2. Hamur

Baskı: Bil Ofset

Apr 30, 2018

Parşömen Fanzin Söyleşisi

Sevgili Onur Çalı, kıymetli fanzini Parşömen'de "Ah Müjgan Gibi"yi konuk etti. Samimi sorulara sahici cevaplar vermeye çalıştım. Okumak için buyurunuz: Parşömen Fanzin, İlk Göz Ağrısı söyleşisi...

Oct 4, 2017

Ah Müjgân Gibi

"Ah Müjgân Gibi" ismini verdiğim ilk öykü kitabım çıktı, duyurmak boynumun borcu.


Sarılır diye korktu, sarılır da kalbi bir mum gibi erir diye. Gece olunca yıldızlarla, sabah olunca güneşle konuşuyordu. “Kış olsa da yağmur olup yağsa avuçlarımın içine.” Belki sarhoş olurdu. Açıksız denizlerin en mavisinde, bucaksız kasabaların en ücrasında kaybolurdu. Uçağa binme telaşı ve endişesi bu yüzden: “Pır pır.” Elimden tutun, ben uçamam yerden yüksekte. Eylül’e baktı, avuçlarının arasında terleyen ellerini yüzünde gezdirdi. Şu küçük ellerin, sanki yüzlerce sayfalık bir romanın tek cümlelik özeti. Yaklaşan uyku vakitlerindeki pembe yanaklar gibi, yumuşacık. Zamansızca yutkundu. Titredi. Sesi, olduğundan daha kısık çıktı: “Öpebilir miyim seni?” Tam zamanı. “BUFFFF!” Ani bir darbeyle kapı kırıldı, eli tüfekli yeniçeriler doluştular içeri. Öpemedi. Öpseydi, elektrikler kesilirdi muhakkak. “Alın bunu!” diye haykırdı padişah. Aldı eli kemikli bir yeniçeri. Almamak olmazdı. “İstiklal Marşı’nın” dedi, “on kıtasını da biliyorum.” Padişah ata binip gitmişti çoktan. İşe yaramadı. Haykırdı yine arkasından: “Bırakın! Bırakın beni!”

Netameli düşlerin içinden sesleniyor Fırat Demir okuyucuya, peygamberliğini ilan edenlere bıyık altından gülerek bakmayı da ihmal etmiyor. Özgün bir dil yaratmış, sözcüklerin arasında korkusuzca dolaşıyor. Marilyn’in diplerinden ıslanmış sarı saçları, duvarda Petar Naumoski posterleri, adı konmamış lahana bebekler, Amerika’ya giden şeytan uçurtmaları… Hayata teğet geçtiği için kaçan dünyanın manzarasını izlemekle yetinenlerin hikâyesini anlatıyor, Behiye Aksoy dinlerken ağlayanların, burun farkıyla kapitalizme boyun eğenlerin, neredeyse kazanacak olmalarına rağmen aslında çoktan kaybetmişlerin hikâyesini...

KÜNYE:
Yazar: Fırat Demir
Adı: Ah Müjgân Gibi
Yayınevi: Kanguru Yayınları
Basım: Eylül 2017
ISBN: 978-605-175-137-5
Sertifika No: 16840
Genel Yayın Yönetmeni: Aydın Şimşek
Editör: Kevser Ruhi
Dizgi: Nurgül Gökmen
Kapak Tasarımı: Gül Ergün
Sayfa Sayısı: 160
Fiyat: 16 TL
Medya Cinsi: Ciltsiz
Hamur Tipi: 2. Hamur
Baskı: Bil Ofset

Dec 12, 2015

Bütün Maçlar Golsüz Başlar

Amatör lig takımlarından Calais’nin, Fransa Kupası’nda finale yükseldiği 2000 senesindeki unutulmaz macerası, sonunda kupayı kazanamamış olsalar bile en güzel peri masalı hikayelerinden birine dönüşmüştür, bilenler bilir. Özellikle bizim gibi bir ucundan sokak kültürünü tatmış, hayatının en büyük sınavlarını bir üst mahalleyle çıktığı maçlarda vermiş çocuklar ve öbür ucundan da sanal menajerlik oyunlarıyla hep o hayalini kurduğu masalsı kariyerin mücadelesini üçüncü liglerden başlayıp şampiyonlar ligine kadar sürdürmüş adamlar için, böylesi gerçekçi başarıların ve sürprizlerin bambaşka bir tadı, tarifsiz bir büyüsü vardır. Film olsa gözyaşlarıyla izleyeceğimiz, kitap olsa döne döne okuyacağımız bir senaryonun gerçeğe dönüşmüş hali, muhakkak ki unutulmaz olur her zaman. Bu yüzden o yıl kupayı kazanan Nantes’dan dana önce hatırlanır ve anlatılır Calais’nin hikayesi.

Elbette çok değildir bu gibi hatıralar, nadiren gerçekleşir doğası gereği, kolay olmadığı tartışılmaz bile. Belki on yıllarda birkaç kez yaşanır, belki de böylesine unutulmaz oluşları bu seyrekliğinden ve zorluğundan kaynaklanır. Teşbihte hata olmaz elbet; denir ya, umut fakirin ekmeğidir diye, futbolu kalbinin iyi tarafıyla seyreden güzel insanlar için, umudun gerçeğe dönüşmesidir küçük olanın büyüğü, zayıf olanın güçlüyü ve hatta güçlüleri alt etmesi, edebilmesi, beklenmedik bir başarı kazanması. Genelde tam tersi olur çünkü, heyecanı ve güzelliği bu yüzdendir. Hep en iyiler kazanırsa hayatta, ne keyfi kalır ki yaşamanın?

Lig gibi uzun maratona yayılan mücadelelerde, rakiplerine göre küçük olanın, bütçesi kısıtlı ve imkanları az olanın yani, sürdürülebilir bir başarı kazanması zordur. Sistemli bir organizasyona ihtiyaç vardır kalıcı ve esaslı başarılar elde edebilmek için. Küçük takımlar işte bu yüzden anlık heyecana, kısa vadeli başarıya, oyun içi günlük değişkenlere ihtiyaç duyarlar; haliyle 34 veya 38 haftalık bir yarıştan galip çıkmak çok mümkün değildir onlar için; az kazanırlar, isimleri daha az duyulur ama işler yolunda gittiği zaman da unutulmazlar. Üç sezon önce FA Cup’ı kaldıran takım, aynı zamanda uzun lig maratonunun üstesinden gelemeyip bir alt lige düşen Wigan Athletic değil de Manchester City olsa, ertesi gün unutulur gider, olağan bir spor haberi olarak kalırdı hafızalarda en fazla, şimdi lafı açıldığında anlatılan bir hikayeye dönüştü işte, fena mı? Ya da ligin köklü kulüplerinden biri olmasına rağmen Bursaspor'un şampiyon olması gibi; hakkında çekilmiş belgesellerle, yazılmış öykülerle resmedildi defalarca, hala kahramanları bulundu mu anlattırılan bir hikaye olarak kaldı takvim yapraklarında, ezbere biliyoruz. Masada güçlü olanlar, istisnalar dışında kazanan tarafta olur hep; yahut kazananlar hep masada güçlü olanlardan çıkar, diyelim. Çünkü masada güçlü olanlar sahada da güçlüdür, modern oyunun doğası gereği.

Calais ve Wigan örneklerinde olduğu gibi, tek maçlı eleminasyon usulü kupa organizasyonları, hem büyük küçük gözetmeksizin tüm takımları aynı havuzda toplaması ve olası bir sürprize müsait olması bakımından, uzun soluklu lig yarışlarından farklı bir tada sahiptir kısaca. Kazananı yalnızca doksan dakikada, yani tek bir maçta neticelenecek bir mücadele, futbol gibi anlık şartlara ve değişkenlere bağlı bir sporda her türlü sonucu olası kılmaya müsaittir. Formül basittir, bütün maçlar golsüz başlar ve top yuvarlaktır; devamı sonra gelir. Başlangıçta kim olduğunuzun, gücünüzün ne olduğunun önemi yoktur.

Biz ise, kupa müsabakalarını geride kalan on yıldır lig usulü oynuyoruz ülkemizde. Hem de ilk birkaç turda küçük takımları birbirine çarptırıp temizleyerek, sonra işin içine babaları katıp gruplara ayırarak. Zaten kazanma şansı düşük olan takımların önünü kapatmaktan başka bir işe yaramayan tuhaf bir sistem, güçlüyü daha güçlü, zayıfı daha umutsuz kılan amaçsız bir fikstür sıkışıklığı. Hani, Kahraman Bakkal Abla’nın çırağı Şeref “Önemli insanların kavgasının arasında ezilen çok fena önemsiz insanlarız biz” diyor ya, biraz onun gibi. Kabul, belki tek maç üzerinden oynandığı zaman sürpriz kupa şampiyonları, beklenmedik performansla üst turlara yükselmiş küçük bütçeli ilçe takımları çıkmadı yakın zamanda; yine büyükler kazandı, yine zenginler galip geldi ama hiç olmazsa bunun olabileceği umudu, acaba kazanabilir miyiz düşüncesi canlı kalabilmeliydi akıllarda. Zayıf olduğu aşikar bir takım, zaten bir maçı kazanmaya yetecek kapasitesi ortadayken, gruplara kalmayı başarmış olsa bile altı maçlık bir periyot sonunda üst tura çıkamayacağını biliyor olacak, henüz başlarken daha. Üçüncü lig takımı Kastamonuspor, günlük değişkenleri ve mevcut şartları fırsata çevirip tek maç sonunda Kasımpaşa’yı eleyebiliyor bugün, ancak en kötü iki tanesi Kasımpaşa kalibresinde ve tamamı kendinden üst liglerde oynayan rakiplere karşı altı maçlık bir mücadele içerisinde olmanın telaşıyla eriyip gidecek muhtemelen. Oysa Kastamonuspor her maçın sonucunun kendini bağladığı bir sistemde yarışıyor olsa, dün Kasımpaşa’yı yendiği gibi yarın neden Trabzonspor’u, Antalyaspor’u veya bir başka takımı da yenemeyeceğini düşünebilir, maçlara yansıtacağı adaptasyon ve heyecan farklı bir ivme kazanabilir bu sayede ve üstelik kaybedecek bir şeyi olmadığını bilmek bir yana, kazanacağının ne olduğunun bilincinde olarak sürpriz sonuçların doğma ihtimalini mevcut sistemden daha yukarıya taşıyabilir. Muhakkak mevcut düzende de kaybedecek bir şeyi yoktur, en nihayetinde bir yarıştır, ama yapacağı ve güzel hatıralara dönüşecek birkaç maç dışında kazanacak bir şeyi olmadığı da gayet açıktır. Sonunda kazanacağı bir şey olmadığını bilmek, mücadelenin en acıklısıdır kuşkusuz.

Ceketini assa yarı finale çıkabilecek büyüklükte ve muhtemelen her koşulda yine büyük oranda kazananı kendilerinden biri olacak olan takımlar için zaten uzun zamandır angarya haline gelmiş ve ikinci kalecileri oynatma fırsatı olmaktan öteye gitmeyen bu organizasyonda küçük takımların şansını ortadan kaldıracak kadar zorlaştırmak, futbolun güzelliği adına, mucizesini yaşanabilir kılmak adına olumsuz bir uygulamadır, açıkça. Derdim illa küçük bazı takımların başarılı olmasının yolunun açılması değil, ki bu yalnızca statünün değişmesiyle mümkün olacak bir durum da değil zaten (dediğim gibi böylesine unutulmaz hikayeler nadiren olur ve hatta genelde hiç olmaz), sadece futbolun bir oyun olduğunun unutulmamasının ve oyunu güzel kılan en önemli faktörün, anlatılan hikayelerden, yaşanan heyecanlardan ibaret olduğu gerçeğini dile getirmenin ve en azından bunun yaşanılabilir olma ihtimaline dair umudun canlı kalmasının peşindeyim yalnızca. İhtimal ne kadar düşerse, mucizenin gerçekleşmesi o kadar zorlaşır. Yani zaten ülkenin o sezonki en başarılı takımı ve takımları oynanan lig maratonu sonunda belli oluyorken ve elinde böylesine çeşitlendirmeye müsait geniş bir imkan ve organizasyon geleneği varken, şartların neden sonuna kadar zorlandığı, benim cevabını bulamadığım, merak ettiğim bir soru.

Sokakta tek kale maç yaparken kendini Dünya Kupası’nda, Şampiyonlar Ligi’nde hayal etmiş, topa kafa atarken “Batistuta” diye haykırmış çocukların, gerçekleşecek mucizelerde kendinden bir parça bulmasıdır Calais’ninki gibi hikayeler. Mahallenin esnaflarından oluşan o amatör takımın ülkenin en iyilerine kafa tutup, final maçında o sahaya çıkması yalnızca bir futbol müsabakasından çok daha fazlasıdır çünkü. 

Bunun güzelliğini görmezden gelmeyin. Var olma ihtimalini ortadan kaldırmayın, azaltmayın. Kimse için değil, ne taraftarlar ne futbolcular ne yöneticiler, hepsi bir kenara; sadece futbolun güzelliği için.

Belki ülkemizde -özellikle son yıllarda şekil değiştirmiş- taraftarlık anlayışı ve kültürü, Calais'ninki gibi bir durumu sahiplenme açısından başarısız kalacaktır, belki olası bir üçüncü lig takımının final oynaması bir stadı dolduracak kadar taraftar toplamaya bile yetmeyecektir -ki bırakın üçüncü lig takımını, Süper Lig'de mücadele eden Anadolu takımları için de geçerlidir aynı durum- lakin benim açtığım pencere, olayın tek taraflı gözlemlenmesine yöneliktir, belki biraz bencilce. Ki zaten ülkedeki taraftarlık olgusu, bambaşka bir yazının ana başlığı olmalıdır, şöyle dursun bir kenarda.

"Kupa maçları neden tek maçlı eleme usulü değil de deplasmanlı lig usulü oynanıyor?" Soru basit, cevap karışık; konu aslında uzun... Mevcut statünün uygulanma nedenleri yalnızca sponsorlar, yayıncı kuruluş, bahis şirketleri, reklam gelirleri, havuz gibi aslında temelde oyunun bir parçası olmayan kelimeler kullanılarak açıklanıyorsa, bütün maçlar golsüz başlamıyor demektir düşündüğümüzün aksine. Televizyon kanalı para ödeyerek maç yayınlarını satın alacak, büyük takımlar ne kadar çok maç yaparsa o kadar çok reklam geliri elde edilecek vs... Midem bulandı... Bizim gibi, oyunu oyun olduğu için seven, topun adaletine inanan romantikler adına, futbolun en gerçekçi yüzünü mahalle maçlarında bırakmış çocuklar adına, her hafta doğduğu ilçenin üçüncü ligde mücadele eden takımının maç sonuçlarını takip eden insanlar adına, taraftarı olduğu takımın atkısını boynuna sardığı çocuğunu omzuna atıp tribünlere götüren babalar adına pek iç açıcı bir manzara değil. Hani, bir türlü tarif edemediğimiz soğukluk var ya tribünlerde filan ne zamandır, böyle keyifsiz bir kabulleniş, işte onlar biraz da buradan, gerçekte sistemin kime çalıştığının çıplaklığından. Taraftara değil, futbolculara değil, küçük kulüplere belki çok az, ama diğerlerine... Zorla içimizden sökülen umutlar yüzünden, suratımızın asıklığı. Sahip olduğumuz en değerli hazine umudumuzdu hayata dair, her anlamda. Hepsini yavaş yavaş körelttiniz, kurduğunuz şark sarayında. Bu, belki küçük bir yansıması sadece, düşününce önemli bile olmayan; alt tarafı bir oyun, evet. Biz küçüklüğümüzün farkındayız, büyüklüğümüz bundan gelir. Alın, sizin olsun hepsi. En çok siz kazanın, en büyük sizsiniz çünkü.

Nov 21, 2015

Gio Ödülleri


Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği (FABİSAD) tarafından Giovanni Scognamillo onuruna düzenlenen GİO Ödülleri'nin bu yılki "Yayımlanmamış Öykü" kategorisinde, "Bugün Biraz Peygamberim" isimli öyküm ikincilik ödülüne değer görüldü. Katılan, ödül alan/almayan, organizasyonda emeği bulunan herkese çok teşekkürler.

http://www.fabisad.com/haber/2015-gio-odulleri-sahiplerini-buldu/