Altıncı
Nüsha: ‘Bohemyan Rapsodi’
(Quidor.)
‘Doktor doktor kalksana, lambaları yaksana…’ Kalktı
doktor lambaları yaktı; bir varmış ve bir yoktu, çaresine baktı. Kanunsuz tek el silah ('Quidor',
Vanilyanca.) -trak-, bir sıkımlık ki fazlasına gerek duyulmaz,
olay yeri; kör, karanlık bir sokaktı. Taktı yenisini yörüngenin, eskisini
çıkartmadan iç cebine, ayın çıplak yüzü yeryüzüne aktı; çemberi kırık, dengesi yamuk; yükledi omzuna ne varsa ve
aldı götürdü evine. Oysa uzak bir göz teması, ölçü birimlerinden muaf, ne bir
metre mezura ne tuhaf bir karış; koşacak bir at kalmayınca, gazı sönecek ve
çimenler uzamaya başlayacak, ancak son bulacak bu talihsiz yarış. Bir havadis,
bir rüya, algıda karşılıksız bir rönesans; karşı kıyıya geçiyoruz -vapursuz-, ester
je fantone predivans… Ve çıkmışken ağzımızdan bir kelam, geri dönmesi imkansız
-üzgünüz artık bulunmaz burada eski kasa bir DeLorean- ve savaş başlatır kuru
bir ilk fişek, hayat kurtarır bir ilk öpücük ve dahi sayısızca bir ilk, ister
istemez bir düşünce -ünlem işareti- nispeten zamansız. Fakat. Düşününce. Böyle
başladı bütün söz konusu yarışlar. Filmi geri sarmak bedava ama izlemesi çok
pahalı, herkes başa sardı ve kimse izlemeye kalkışmadı pikselmatörleri. Oysa bütün
yarışlar, sonucunun ne olacağına dair bir bilinmeze yönelikti ve bütün
bilinmezler ‘bir düşünce’ durağından geçen mavi şapkalı bir minibüs gibiydi.
Nadiren ve yavaş. Çoğu zaman ümitsiz ve her zaman salaş. İndi bindi sekiz yüz
elli bin lira. Siz bilmezsiniz, yağmurlu sonbahar günlerinde Bayrampaşa
sokaklarında çamurdan akarsular oluşur ve çamurdan oluşan bu akarsularda balık
tutmak bir kenara, insan olmanın dayanılmaz ağırlığı bir çift gözle sınanır.
Bütün kavramlarımız bir durumun düşüncesel bir bütünlüğe ne kadar uzak
olduğunun ifadesine yöneliktir, biz farkında olmasak da, farkında değilmişiz
gibi yapmaya çalışsak da. Bazen çocuktuk büyüyeceğimiz yerde, çoğu zaman
büyüktük karaciğerlerimizdeki çocukluk anılarının aksine. Hep olumsuz, hep
kasvetli. Şairler anlardı bizim dilimizden yalnızca, hepsi öldüler. Kar
yağdığında bu yüzden kardanadam yapmak yerine, kartopu oynamayı seçtik, çünkü
alışkanlıklarımız vardı, alışkanlıklarımız çoraplarımızı kömür sobası kokulu
evlerde kurutmamızı öngörüyordu; ağzımızı doğru bölgesinde sabitleyemedik yüzümüzün
belki de tam da bu yüzden ve sebep aramadan kendimizden geçtik, bütün ıslaklığımıza
aldırmadan. Tropikal iklimlerin sıcağında daha çok hasret kaldık kar beyaza.
Oysa bilmiyorduk ki o kadar da vardiyorgel bir durum sayılmazmış konuşmak
kardanadamla. Havuçtan bir burun yapmak mı? Görülüyor ki bir kez bile Susam
Sokağı’ndan geçmemişsiniz. Ve bu düşünceler. Acaba. Afedersiniz memur bey,
affeder misiniz size kalsa? Kıyıya vuran sonbahar dalgaları gibi bazen var ve
bazen yokturlar kimi fikirler; buzdan cam icat oldu olalı, rotası şaşmış bir
pusulaya emanet vaziyette ve başı bozuk istikametlere yönelmeye yatkındırlar
elektriksiz fikirler. Beckettsel bir manevra kısmen, düdük çalınabilir, kırmızı
nokta ve ben buradayım; duruma kuşbakışı bir gözgezdiri, reçeteler yazılır
bembeyaz boyalı kağıtlara -ve beyaz da bir boyadır, simsiyah kaplı duvarlara-;
bekleyin bekleyin ve beklemeye devam edin, kapınız çalınır, kapınız
çalınacaktır bir gün mutlaka. Elektroşimşekler de patlayacaktır kapınızda,
umudunuz daim olsun, bu talihsiz konuda. Kimse var mı? Ses. Kimsesiz, kimsiziz.
Duyduk duymadık demeyin. Çünkü insan duyuyor olsa da duymayabilir olacaktır
neticede bazı durumlarda ve çiğ sütün emilmişliğine olan varsayımsal inanç
bileşkesinin kaynağı olarak kabul edilecektir böylesine kifayetsiz eylemler. Muhtemeldir
ki Kepler’in Gezegensel Hareket Yasaları hiçbir günlük gazetede yer bulamaz ve
hiçbir kutsal kitabın ilk kelimesi “Oku” olamaz. Bu yüzden ilim ilim bilmektir,
delirmek ve ilim kendin bilmektir öncelikle; “Öğretmenim” evet Metin, sen söyle
evladım. Bence Canberra öğretmenim… Aferin, otur: Beş. Kapı açılır. Tak.
Öğretmen hanım. Müdür bey. Heil Hitler. Saçların çok uzamış senin, yarın gelme
böyle okula, kayıtsız şartsız diz çökeceksiniz ve kulluk edeceksiniz -şimdi- o
kula. Aslında Metin değil adı -utanır-, Schopenhauer yazar kimliğinde, sol üst
cebinde mendil bulunur, bilekleri kirli mavi önlüğünde. Belinde dursun, daha
küçüksün. Elbet büyüyeceksin sen de, ama duruyor soğuk ve canlı, yazılacaksın
altın kaplı defterlere, alnı terli ve eli kanlı. Demirin soğuk yüzeyi, dipdiri
ve büsbütün parlak, adeta kremalı pasta; bıyıkların terlemiş, kırka ulaşmış
ölçüsü ayakların, sanki astronot olacaksın bu yaşta. Bu yüzden; duyurudur,
salık verilen bu curcuna. Dan dada dan dan. Bazı gece lambaları yanan evlerin
yatak odalarında bulunan komodinlerin üzerinde ne kadar çalar saat varsa hepsi
toplanacaktır yarından itibaren ve yarından itibaren içleri sökülmeye, bütün
parçaları birbirine değmemek üzere maddesel algılardan soyutlanmaya maruz
bırakılacaktır. Bu bir emir değil, reflekstir. Bir kadının belindeki kıvrım
kadar gerçekçi, bir adamın kafasındaki kadın kadar sürrealize. Bütün
refleksler, aksi olmayan bir yansıma gibidir, tek boyutta ve birkaç nüshada
sıkıştırılmış. Yirmi dört adet kupon toplarsanız, fırlatma koltuğuna
oturtulacaksınız ve ardınıza bile bakmaya lüzum bulmadan, Neptün’de
uyanacaksınız. Sizce savaş demek gözlerin içindeki ateşler demektir, bunu
biliyoruz. Ve muhakkak bizce de öyledir. Kalbini söküp at. Dizlerinin bağlarını
çöz. Kalk ayağa ve ayakkabılarının iplerini bağla. Koşacaksan sana bildirilecektir
elbet, eğer bir gün oyunu kaybedersen, düşünme ve korkusuzca ağla. Karar
verildi, bütün ihtimaller düşünüldü, kaderinin ağları tam da bugün burada
örüldü; giyotinin karşı konulamaz keskinliği, bir karıncanın omuzunda yükü ve
üzülerek söylüyoruz ki, tam da o gün orada ölmen uygun görüldü. Bizler; yani
ölmene karar verenler, hiçbir zaman bir savaşta ölmeyeceğiz, ve elimizde
gördüğünüz ekmeği hiç kimseyle ikiye bölmeyeceğiz. Yalnızca tek bir cümle
söyleme hakkın olacak son nefesinde, kalbinin içinde kalan bütün
kompozisyonlar, oyunlar ve romanlar; birer çöplüğe dönüşecek çürüyen bedeninin
ötesinde. Henüz vaktin varken dua et ve Manitu’nun bildiği dilden konuş, çünkü
bu yol olabildiğince alacakaranlık ve zannettiğinden daha bir yokuş. Çok mühim
önemli özel şahsi işlerini bitirdikten sonra; şimdilik haberdar olmasa da
muhakkak kulak asacaktır, umuyoruz ki ve bütün beklentimiz o yönde, cehennem
diye bir yer, öngörüyoruz ki bulunacaktır.
***
Vanilya Gezegeni Ceza Kanunu Madde 78 (3): İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına
sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı
yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
Not: Yukarıda böyle bir fıkra
bulunmamaktadır.
***
Biri, Ulu
Manitu’nun kulağına fısıldamış olmalı ki; yağmurlu bir Kasım (Hermenal, Vanilyanca. November, İngilizce.) sabahı
“Adalet nerede satılır?” diye düşünerek uyandı uykusundan. Oysa tanrılar
uyumazdı. Daha da ilginci, tanrılar düşünmezdi de. Çünkü bugüne kadar
düşünülmüş ve bundan sonra düşünülecek her şeyin müsebbibi olmak demekti tanrı
olmak. Toplum sözleşmesi, şimdilik kronik bir ütopyadan başka bir şey değildi.
Tabi bir de Mercury vardı… Kimse bilmese
de; muhakkak önemlidir, siz bir kenara not ediniz, yarın birileri duyacaktır.
Bu, altıncı nüshasıdır. Kim bilir, belki son olacaktır.