Nov 25, 2014

Preis: Altıncı Nüsha, 'Bohemyan Rapsodi'

Altıncı Nüsha: ‘Bohemyan Rapsodi’

(Quidor.)

‘Doktor doktor kalksana, lambaları yaksana…’ Kalktı doktor lambaları yaktı; bir varmış ve bir yoktu, çaresine baktı. Kanunsuz tek el silah ('Quidor', Vanilyanca.) -trak-, bir sıkımlık ki fazlasına gerek duyulmaz, olay yeri; kör, karanlık bir sokaktı. Taktı yenisini yörüngenin, eskisini çıkartmadan iç cebine, ayın çıplak yüzü yeryüzüne aktı; çemberi kırık, dengesi yamuk; yükledi omzuna ne varsa ve aldı götürdü evine. Oysa uzak bir göz teması, ölçü birimlerinden muaf, ne bir metre mezura ne tuhaf bir karış; koşacak bir at kalmayınca, gazı sönecek ve çimenler uzamaya başlayacak, ancak son bulacak bu talihsiz yarış. Bir havadis, bir rüya, algıda karşılıksız bir rönesans; karşı kıyıya geçiyoruz -vapursuz-, ester je fantone predivans… Ve çıkmışken ağzımızdan bir kelam, geri dönmesi imkansız -üzgünüz artık bulunmaz burada eski kasa bir DeLorean- ve savaş başlatır kuru bir ilk fişek, hayat kurtarır bir ilk öpücük ve dahi sayısızca bir ilk, ister istemez bir düşünce -ünlem işareti- nispeten zamansız. Fakat. Düşününce. Böyle başladı bütün söz konusu yarışlar. Filmi geri sarmak bedava ama izlemesi çok pahalı, herkes başa sardı ve kimse izlemeye kalkışmadı pikselmatörleri. Oysa bütün yarışlar, sonucunun ne olacağına dair bir bilinmeze yönelikti ve bütün bilinmezler ‘bir düşünce’ durağından geçen mavi şapkalı bir minibüs gibiydi. Nadiren ve yavaş. Çoğu zaman ümitsiz ve her zaman salaş. İndi bindi sekiz yüz elli bin lira. Siz bilmezsiniz, yağmurlu sonbahar günlerinde Bayrampaşa sokaklarında çamurdan akarsular oluşur ve çamurdan oluşan bu akarsularda balık tutmak bir kenara, insan olmanın dayanılmaz ağırlığı bir çift gözle sınanır. Bütün kavramlarımız bir durumun düşüncesel bir bütünlüğe ne kadar uzak olduğunun ifadesine yöneliktir, biz farkında olmasak da, farkında değilmişiz gibi yapmaya çalışsak da. Bazen çocuktuk büyüyeceğimiz yerde, çoğu zaman büyüktük karaciğerlerimizdeki çocukluk anılarının aksine. Hep olumsuz, hep kasvetli. Şairler anlardı bizim dilimizden yalnızca, hepsi öldüler. Kar yağdığında bu yüzden kardanadam yapmak yerine, kartopu oynamayı seçtik, çünkü alışkanlıklarımız vardı, alışkanlıklarımız çoraplarımızı kömür sobası kokulu evlerde kurutmamızı öngörüyordu; ağzımızı doğru bölgesinde sabitleyemedik yüzümüzün belki de tam da bu yüzden ve sebep aramadan kendimizden geçtik, bütün ıslaklığımıza aldırmadan. Tropikal iklimlerin sıcağında daha çok hasret kaldık kar beyaza. Oysa bilmiyorduk ki o kadar da vardiyorgel bir durum sayılmazmış konuşmak kardanadamla. Havuçtan bir burun yapmak mı? Görülüyor ki bir kez bile Susam Sokağı’ndan geçmemişsiniz. Ve bu düşünceler. Acaba. Afedersiniz memur bey, affeder misiniz size kalsa? Kıyıya vuran sonbahar dalgaları gibi bazen var ve bazen yokturlar kimi fikirler; buzdan cam icat oldu olalı, rotası şaşmış bir pusulaya emanet vaziyette ve başı bozuk istikametlere yönelmeye yatkındırlar elektriksiz fikirler. Beckettsel bir manevra kısmen, düdük çalınabilir, kırmızı nokta ve ben buradayım; duruma kuşbakışı bir gözgezdiri, reçeteler yazılır bembeyaz boyalı kağıtlara -ve beyaz da bir boyadır, simsiyah kaplı duvarlara-; bekleyin bekleyin ve beklemeye devam edin, kapınız çalınır, kapınız çalınacaktır bir gün mutlaka. Elektroşimşekler de patlayacaktır kapınızda, umudunuz daim olsun, bu talihsiz konuda. Kimse var mı? Ses. Kimsesiz, kimsiziz. Duyduk duymadık demeyin. Çünkü insan duyuyor olsa da duymayabilir olacaktır neticede bazı durumlarda ve çiğ sütün emilmişliğine olan varsayımsal inanç bileşkesinin kaynağı olarak kabul edilecektir böylesine kifayetsiz eylemler. Muhtemeldir ki Kepler’in Gezegensel Hareket Yasaları hiçbir günlük gazetede yer bulamaz ve hiçbir kutsal kitabın ilk kelimesi “Oku” olamaz. Bu yüzden ilim ilim bilmektir, delirmek ve ilim kendin bilmektir öncelikle; “Öğretmenim” evet Metin, sen söyle evladım. Bence Canberra öğretmenim… Aferin, otur: Beş. Kapı açılır. Tak. Öğretmen hanım. Müdür bey. Heil Hitler. Saçların çok uzamış senin, yarın gelme böyle okula, kayıtsız şartsız diz çökeceksiniz ve kulluk edeceksiniz -şimdi- o kula. Aslında Metin değil adı -utanır-, Schopenhauer yazar kimliğinde, sol üst cebinde mendil bulunur, bilekleri kirli mavi önlüğünde. Belinde dursun, daha küçüksün. Elbet büyüyeceksin sen de, ama duruyor soğuk ve canlı, yazılacaksın altın kaplı defterlere, alnı terli ve eli kanlı. Demirin soğuk yüzeyi, dipdiri ve büsbütün parlak, adeta kremalı pasta; bıyıkların terlemiş, kırka ulaşmış ölçüsü ayakların, sanki astronot olacaksın bu yaşta. Bu yüzden; duyurudur, salık verilen bu curcuna. Dan dada dan dan. Bazı gece lambaları yanan evlerin yatak odalarında bulunan komodinlerin üzerinde ne kadar çalar saat varsa hepsi toplanacaktır yarından itibaren ve yarından itibaren içleri sökülmeye, bütün parçaları birbirine değmemek üzere maddesel algılardan soyutlanmaya maruz bırakılacaktır. Bu bir emir değil, reflekstir. Bir kadının belindeki kıvrım kadar gerçekçi, bir adamın kafasındaki kadın kadar sürrealize. Bütün refleksler, aksi olmayan bir yansıma gibidir, tek boyutta ve birkaç nüshada sıkıştırılmış. Yirmi dört adet kupon toplarsanız, fırlatma koltuğuna oturtulacaksınız ve ardınıza bile bakmaya lüzum bulmadan, Neptün’de uyanacaksınız. Sizce savaş demek gözlerin içindeki ateşler demektir, bunu biliyoruz. Ve muhakkak bizce de öyledir. Kalbini söküp at. Dizlerinin bağlarını çöz. Kalk ayağa ve ayakkabılarının iplerini bağla. Koşacaksan sana bildirilecektir elbet, eğer bir gün oyunu kaybedersen, düşünme ve korkusuzca ağla. Karar verildi, bütün ihtimaller düşünüldü, kaderinin ağları tam da bugün burada örüldü; giyotinin karşı konulamaz keskinliği, bir karıncanın omuzunda yükü ve üzülerek söylüyoruz ki, tam da o gün orada ölmen uygun görüldü. Bizler; yani ölmene karar verenler, hiçbir zaman bir savaşta ölmeyeceğiz, ve elimizde gördüğünüz ekmeği hiç kimseyle ikiye bölmeyeceğiz. Yalnızca tek bir cümle söyleme hakkın olacak son nefesinde, kalbinin içinde kalan bütün kompozisyonlar, oyunlar ve romanlar; birer çöplüğe dönüşecek çürüyen bedeninin ötesinde. Henüz vaktin varken dua et ve Manitu’nun bildiği dilden konuş, çünkü bu yol olabildiğince alacakaranlık ve zannettiğinden daha bir yokuş. Çok mühim önemli özel şahsi işlerini bitirdikten sonra; şimdilik haberdar olmasa da muhakkak kulak asacaktır, umuyoruz ki ve bütün beklentimiz o yönde, cehennem diye bir yer, öngörüyoruz ki bulunacaktır.

***

Vanilya Gezegeni Ceza Kanunu Madde 78 (3): İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

Not: Yukarıda böyle bir fıkra bulunmamaktadır.

***

Biri, Ulu Manitu’nun kulağına fısıldamış olmalı ki; yağmurlu bir Kasım (Hermenal, Vanilyanca. November, İngilizce.) sabahı “Adalet nerede satılır?” diye düşünerek uyandı uykusundan. Oysa tanrılar uyumazdı. Daha da ilginci, tanrılar düşünmezdi de. Çünkü bugüne kadar düşünülmüş ve bundan sonra düşünülecek her şeyin müsebbibi olmak demekti tanrı olmak. Toplum sözleşmesi, şimdilik kronik bir ütopyadan başka bir şey değildi. Tabi bir de Mercury vardı…  Kimse bilmese de; muhakkak önemlidir, siz bir kenara not ediniz, yarın birileri duyacaktır. Bu, altıncı nüshasıdır. Kim bilir, belki son olacaktır.

No comments:

Post a Comment