Üçüncü
Nüsha: ‘Plastik Maske’
Son bir. Son iki. Belki kırk beş. Adımlar ötelenir,
ağır aksak, elbet saydamlaşır atmosfer ve kaçınılmaz, evden çıkarken tüm
lambaları açık bıraksak; gitsek mi, yoksa bir çare midir, gitmemek; yahut çare
olabilecek midir; gitmesek! Bilenler bilmeyenlere söylesin, saat kaç geçiyor
kaçı, gözlerim fal taşıydı artık görmez oldu, dayanamıyor çözümsüzlüğe, çözümler
karanlık bir fare deliğinde kayboldu, öyle ya; kalmayacak tek bir konuşan
yeryüzünde, yorulmayın, kulaklarım zaten duymazçalışır, boşuna bağırmasın kimse
son sözünde. Bir zar, belli belirsiz bir çeper. Efendim? Efendim derdi elbet,
duyabilseydi eğer… Kaldırım taşları bunlar, taşlardan ibaret dört ayaklı yalnız
insan yolları, belki kırkayaklı vagonları, işte bunlar gömülü yüreğimin tam ortasına;
diyorlar ki, boşuna ümit etmeyin, tanıyamamışsınız; dönüp bakmaz zaten arkasına.
Ama bakıyor. Ama belki bakacak. Tanıyamamış mıyım? Bir küçük sanrı mı bu? Belki…
Merhaba. Büyük bir tanrı mı bu? Sen; ey yüce tanrı, söylesene, yok musun yoksa
var mı; bizler dönmedolaptan bir yelpazeyiz, bizler bozuk bir tansiyonölçeriz;
damarlarımız gayet sert, ensemiz hayli kalın, kısacası deliyizdir biz, öyle
yürür şanımız, deli gibi divaneyizdir biz. Dilim dönmez, elim tutmaz. Ben
fırıldak cennetinden bir küçük yaprak, ben bir rüzgar tanesi; güllerinin
içinden; koşarak… Ben, susamdan yapılmış bir sokakta yalnız yaşayan hayalperver
çizgi kahraman! Hedefinden şaşmış bir taramalı tüfek. Kafası karışık bir atlı
prens; neye kısmet olundu, aslında neydi niyet. Orak sallaması bizden sorulur,
çekiç atmak eskilerden bir gelenek… "A bir ev, b göbekli bir adam, t bir
keser!" Ata sporudur derler bizde ümit etmek. Yollarda kalması gözlerin;
kaçınılmaz bir reflekstir, nakavt, ufuk çizgisinden bağımsız, güneşin batışı
gibi hüzünlü, açlığımızadır oysa bizim bir bardak su ve kuru bir lokma ekmek
sofrasından ibaret yaz gündüzü... Ayıramıyorum birbirinden renkleri ve bir renk
cümbüşüdür gayya kuyularına doğru uzanan, dalga dalga akıyor, gayya gayya bakıyor
ve karışıyor diğer yarısına; anlayın artık çaresizim, ve hak verin; macun
beyazından başlıyor bu kaldırım, dönüşüyor sonra koltukaltı sarısına. Boş
versene. Hayat bir akarsu. Görmüyor musun caddelerden sapiensler geçiyor, adeta
kayıyor sabun köpüğü üzerinde, kristalleşmiş bir homo türünden, ayaklarında
ayakkabı kırk beş, ağızlarında bir ıslık, yontulmuş eski püskü, bir bozuk türküden.
Ve bu kırk beş numara sesleri, tak tak, titreşen katmanlar, toz toprak, dünyayı
sallıyor tanrıya rağmen; demek ki neymiş, gözlerdeki çapakları temizlemek için vakit
bir hayli erken. Ve öylece ölecekler, bile bile; ne altın sarısı saçlar, ne
yemyeşil gözler, hepsi çürüyecekler… Ölmemek
için mücadele eden yok, bütün kavga daha güzel ölebilmek adına ve yaşamak için
inatla ısrar eden kadar çok, kavganın sonunu biliyor olsa da… Bağırın. Sesiniz
ne kadar çıkabiliyorsa; bilin ki daha çok çıkabilecektir her zaman. İyiye doğru
veya iyi görünen kötüden gayrı. Poşet hışırtıları duyulur nasırlı ellerin
arasında, tabiat çizmiş aslında kendi yörüngesi etrafında, dinle; anlatmaya
çalışıyor bir şeyleri, lafların tamamı duymak isteyene… Allarekber allarekber…
Durun. Nereye gidiyorsunuz? Teker teker topluyoruz yoldan çıkanları ve
üzerimize afiyet; dize getiriyoruz henüz yoldan geçenleri… Alt tarafı bir adet
oksijen, elbet bulunur, yaşatabilirsek ağaçları; dünyanın sonuna hoş geldiniz,
elinize sağlık, çıkarın şimdi maaşları. Kim çağırıyor, nereye gidiyor kimileri ve
nereye götürecekler bizleri? Boş versene… Gitmek bize göre olmadı hiçbir zaman.
Vazgeçelim. Size göre olduğu zamanlar da oldu zaman zaman… Öyleyse, git… Ne
duruyorsun? Faust’u dinle… Susmak bilmiyor. Tepelerden akar, ırmaklardan taşar…
İmparatorlar. Yokuşlar. Yok oluşlar. Oysa Almancam yok hakkını verebilecek kadar,
sıradan bir pergel düzeni, ve yalnızca bir Vanilyancam var kaderimize kısmet,
cezasını veremiyor kimse ve tanımıyorlar çocukları üzeni… Ciltlenmiş kalbim, dışı
kabuk bağlamış ve kahverengi; yüzümde plastik bir tureg (Türkçe karşılığı
‘maske’ olan Vanilyanca bir kelimedir) -sıcakta eriyen kolayca-, herkesten
gizli ağlayabileyim diye ve sansınlar ki gülüyorum her sabah, inansınlar ki; gülebilirim
her saniye. Ayaklarını betona göm, ateş al, ulaşabilirsen toprağa; bir kısa
zaman dilimi, gelirgeçer bir piyes bu, kaldır başını gökyüzüne ve gözlerini
sımsıkı kapa… Yaklaştı, yaklaşacak… Korkma, uçurumun kenarından değil düşmeler,
bu infial geçecektir; oysa ne kadar da sahte gülüşmeler, sanmayın; elbet bir gün
uçurumdan da düşecektir. İnanabilmek önemli derler, muhakkaktır dedikleri doğru
olur; elini çek, dudağını ısır, kaçış yolu kalmadı; ister istemez sarılacaktır.
Hipermetropsavarları kaldır önünden, koy şimdi ceketinin iç cebine, kaldığı
yerden devam eder savmaya, dönebilirsen eğer evine. Lambalar sönmüş olabilir,
meridyenlerarası asimetrik bir karmaşadır başlayan, düzen bozuldu, damarlar
çatladı; saat farkından ötürü yaşanan bir kavgadır ateşleyen. Pembe…
Gökyüzünden saçılmış pul pul dökülüyor avuç içlerine; itiraf edelim, bir türlü
akıl ermez, bu deli kadın işlerine. Gezegen bulur atmosferde ki bulamazsa
kilden yapar bir Plüton, katmilyarlarca kara parçası, galonlar dolusu okyanus; yetmez,
duymak ister bir bas bariton. Şikayet eder sonra, vurur masaya yumruğunu, yahu bu
ne biçim sestir; kim sanıyorsunuz kendinizi derler, ne bu cüret; boyun eğip
bilek bükerler; aman efendim, haddimize değil, maskelerin altından gelip
geçerler. İki kere iki kaç eder böyle durumlarda bir türlü emin olamayız,
yamalı bir yıldız gibi ışıyacaktık oysa, yazık, bu şekilde solamayız. Evet
derse evet, hayır derse hayır olur içgüveysinden hallice ibadetlerimiz, ibadet
etmek için öncelikle, lütfen yazılı bir izin isteyiniz. Sanki gülüyor,
kıvrılmış dudakları, gözlerimde canlanıyor bir yanılsama, sen sen ol,
söyleyeceklerini kayıtsız şartsız dinleme. Gülümse. Gerçek olmasa bile. Kan
ağlasa dahi iç organların, çıkarma maskeni, böyle görünsün yüzün; yüklemi başa
al, çiz altını zaman zarflarının, olsun; nasıl olsa, duyulmayacaktır son sözün.
Devam et. Kuralına uy. Böyle yazılmış bu kapkara huy. Sen, gülümse. Ne işe
yarar diye düşünme. Bekle yelkovanı, elbet senin için de çalışacaktır bir gün, halının
altına süpür kaybettiklerini, dinecektir acısı her geçen gün.
***
Bir yandan durakta beklemeye devam ederken göz ucuyla
da, az ilerideki büfenin raflarında duran gazetelerin manşetlerini süzüyordu.
Olağan bir gündü. Yağmur yağmıyordu. Rüzgar yok denecek kadar azdı. Üzerine
mevsim normalleri gereğince kalın kazak ve içine beyaz atlet giyen insanlar,
terlemeye başlamıştı çoktan. Yağmur yağsa muhtemelen gökkuşağı oluşacaktı bir
yerlerde. Neyse ki fazla vakti yoktu. Yaşlı bir kadın yanına doğru geldi, saati
sordu. Meydandaki kuleye baktı, kolunda saat yoktu çünkü, sonra kadına döndü:
“Venger age cutres.”
Henüz maskesi yüzünde değildi. Yaşlı kadın teşekkür
edip uzaklaştı.
***
Vanilya Gezegeni bir yandan dönmeye devam ederken; farkında olarak veya
olmayarak; düşün, dedi Ulu Manitu kullarına. Düşünmenin ne demek olduğunu bilmeden
düşünmeye çalıştı canlılar böyle olunca. Ortada yanlış giden bir şeyler vardı
veya eksik yaratılan. Maske takmayı günah saymak gerekir miydi? Ulu Manitu
yalnızca ‘Ol’ dedi ve oluverdi bir çırpıda. Henüz acemilik dönemindeydi.
Oldurmak, başlı başına yeterli değildi demek ki. “Hepsini düzelteceğiz.” Neticede
önemlidir, siz yine de bir kenara not ediniz, yarın birileri duyacaktır. Bu,
üçüncü nüshasıdır. Kim bilir, belki son olacaktır.