May 12, 2014

Köyün Delisi

Erdoğan’ın yaptığı malum çıkışın ‘görünür’ nedenlerine baktığımızda elde edeceğimiz bazı veriler şöyle: Feyzioğlu’nun ortamın ‘ev sahibi’ olan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör'den daha uzun konuşması, kendisinin esasında kanunen konuşma yetkisine sahip olmaması ve özellikle ‘Van’ konusunda söyledikleri… Bunlar algı yönelimi için kullanılabilecek gayet kuvvetli materyaller. Nitekim aynı günün akşamında ve devamında birçok (ana akım olmayan) kanalın akşam bültenlerinde haberin “Feyzioğlu’nun skandal konuşması!” şeklinde yer bulması ve hatta ‘Van’ Minute başlığıyla Davos çıkışının yeniden hatırlatılması da bunun bir göstergesi. Aynı zamanda metnin kalan içeriği ile ilgili herhangi bir cümle yayınlanmaması, hatta dahası; bu kanalların çoğunda yer alan haberlerde Metin Feyzioğlu’nun sesinin bir kez bile duyulmaması… Aksine başbakanın defalarca tekrar eden “Söylediklerin baştan aşağı yalan.”, “Bu yaptığın edepsizliktir.” sözleri. Tüm bu süzgeçten geçen veriler doğrultusunda gelinen noktada görünen manzara ise şöyle: Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun yaptığı yaklaşık bir saatlik ve 27 sayfalık konuşma tamamen skandaldır, Danıştay Başkanı’ndan daha uzun konuşması baştan aşağı edepsizliktir, Van ile ilgili söyledikleri ise külliyen yalandır… Tebrikler. Görev başarıyla gerçekleştirildi Tayyipçiğim… Metin kaka oldu, pis Feyzioğlu dediler… Desinler. Yurdun dört bir yanında vatandaşlar Baro Başkanı'nı protesto ettiler. Etsinler.

Elbette işin bir de ‘görünmeyen’ malum nedeni var: Tahammülsüzlük… Kendisine karşı yapılan ve yapılacak olan her eleştiriye karşı saldırganlık gösterme hali. Bu durum, günden güne başbakanın en önemli özelliği haline gelmiş vaziyette. Sindirme, korkutma, saldırma… Söz konusu toplantıyı terk ettiği esnada Genelkurmay Başkanı ve Danıştay Başkanı’nın kendisinin peşinden koşarak gitmesi de bunun bir getirisi. Oysa ne kaybederdi Zerrin Güngör, Metin Feyzioğlu’dan önce yaptığı konuşmada olduğu gibi -en azından formalite icabı da olsa- nitelikli davranabilseydi? Şahısların, bulundukları makamın ağırlığına ve saygınlığına uygun hareket edememesi sonucu doğan acıklı bir tablodur ortaya konan. Üzücü.

Danıştay Başkanı’nın o esnada başbakanın peşinden gitmemesi, Metin Feyzioğlu’nun konuşmasını onayladığı veya konuşmanın altına imzasını attığı manasına değil, başbakanın yaptığı yakışıksız hareketin onaylanmaması anlamına gelebilirdi; elbette normal şartlar altında. Bu gibi ince detaylar, başbakanın yıllardır süregelen devletin her makamını kontrol altında tutma merakı neticesinde çoktandır kaybolmuş durumda. Böyle bir hareket Zerrin Güngör'ün de Metin Feyzioğlu gibi başbakanın oklarının hedefine yerleşmesi demek olacaktı. Başbakanla beraber salonu terk etmesi –ve elbette sonrasında Danıştay makamından yapılan açıklama-, böyle bir durumun oluşmasını istememesinden kaynaklanmaktadır. Zaten hazretleri kalktığı esnada düğmesi olmayan cübbenin önünü iliklemeye çalışması da seviyesinin ve niteliğinin vahameti adına çarpıcı bir gösterge.

Hepimiz farkındayız ki, toplantıdan önce de davetlilere bildirildiği üzere 45 dakikalık olan konuşma süresinin, konuşmacı tarafından bir şekilde uzatılması böyle bir tepkinin nedeni olamaz. Veya 20 dakika, 10 dakika. Fark etmez. Üstelik Metin Feyzioğlu, TBB Başkanı olarak her an, istediği her durumda protokolü muhatap alıp konuşabilme, derdini anlatabilme şansına sahip değil. Bunun harici yapacağı herhangi bir konuşmanın medya tarafından ne kadar takip edileceği ve ne kadar geniş bir kitleye ulaşacağı da son derece muamma. İşte başbakanın bizzat kendisi tarafından yaratılan bu ‘ulaşılamaz ve eleştirilemez’ ortamı sonucu ister istemez böyle bir fırsat bulmuşken, üstelik demokrasinin can damarlarından biri olan hukukun, temel taşlarından biri olan avukatlarının seçilmiş kişisi olarak, mevcut sorunları, belki de siyaseten rahatsızlık duyduğu davranışları dile getirmek istedi Metin Feyzioğlu ve nitekim konuların hayli fazla ve detaylı olması sebebiyle de sayfalar gittikçe uzadı. Konuşmanın uzun olması belki en fazla, bir hatadır, böyle bir ortamda yapılmaması gereken bir davranıştır. Yine de bu metnin içeriğini dikkate almamayı, söylenenlerin tamamını silip atmayı gerektirmez. Ayrıca eğer konuşmanın uzaması gerçekten rahatsızlık yaratan bir durumsa, bunu dile getirmenin veya buna tepki göstermenin daha ahlaka yakışır, daha terbiyeli yöntemleri de mevcuttur. Nitekim Van ile ilgili altını çizdiği noktaların başbakanın iddia ettiği üzere yalan olduğunu ‘varsayarsak’ bile, durumun böyle olması büyük ya da küçük kendince makam sahibi olan bir kişiye “Edepsiz” diyerek hakaret etmeyi gerektirmez. Bu yakışıksız davranış, kişinin kendi edep yoksunluğuyla tarif edilebilir ancak. Ki söz konusu ‘yalan’ ise söz söyleyecek en son kişidir kendisi.

Aslında bundan bir ay kadar önce yaşanan Haşim Kılıç olayında daha ağır itham ve eleştirilere maruz kalmıştı başbakan. Bu seferki reaksiyonun sebebi belki günden güne giderek artan tepkilerin bir noktada önüne geçme gerekliliğine duyduğu inançtı veya makam olarak Feyzioğlu’nu daha dişine göre buldu veya o gün sinir ilacını almayı unuttu, tam bilemiyorum. Belki de Haşim Kılıç’ın konuşmasının bu denli uzun olmamasıydı. Her neyse. Ancak kendisini her eleştirene ve karşısına alana “İşini bırak, siyaset yap.” demek de, ciddi anlamda korktuğu şeyler olduğunun bir başka işaretidir. Bu resmen mızıkçılıktır. Haşim Kılıç’ın veya Metin Feyzioğlu’nun bulundukları makam sebebiyle siyasi içerikli bir konuşma yapmaya hakkı yok mudur? Veya siyaseten düşüncelerini ifade etmeleri için kendi işlerinden güçlerinden vazgeçmeleri mi gerekmektedir yalnızca? Anayasada böyle bir madde var mıdır? Veya başbakanın kendisi, yetkisi dahilinde olmayan konularda ahkam keserken siyaseti bırakmayı düşünmüş müdür? Tabi ki hayır. Çünkü o her şeyi bilir, hatta her şeyi en iyi bilir, her şeye gücü yeter. Kiminle oturacağınıza, ne yiyip içeceğinize, nereye gideceğinize, ne okuyup yazacağınıza o karar verir.

Yeri ve zamanı mıdır? Yukarıda da dediğim gibi Metin Feyzioğlu her yaptığı hareket takip edilen, her konuşması gündeme gelen veya medya ilgisinin odağında olan birisi değil. Öyle olsaydı Gezi Parkı Direnişi esnasında yaptığı yapıcı konuşmalar daha fazla yankı uyandırırdı. Bu yüzden, bir araya gelinme maksadının Danıştay’ın kuruluş yıl dönümü olması, kendisinin bu konuşmayı gerçekleştirmeden önce dikkate alacağı bir konu olamazdı. Nitekim kendisini bu konularda eleştirecek kimse varsa, önce başbakandan başlamasını tavsiye ederim. Defalarca hastane açılışları olsun, özel davetler olsun veya başka herhangi bir kalabalık ortam olsun kendisinin hangi konulardan bahsedip, neye yönelik açıklamalarda bulunduğuna dair birçok örnek mevcuttur.

Peki, bugün şahsına ve partisine yönelik siyasi eleştirilerde bulunan yargı mensuplarına “Cübbeni çıkar da gel.” kabadayılığını yapan başbakan, kendisini Balyoz ve Ergenekon davalarının savcısı ilan ettiğinde “Siyaseti bırak da gel.” tepkisini almış mıdır kimseden? Veya yolsuzluk davasına ilişkin “Yolsuzluk yoktur.” demesi, konunun kapanmasına sebep olabiliyorken ve istifa eden bakanlar ve diğer sanıklar hakkında takipsizlik kararı çıkarken, kendisi hangi cübbeyi giymiştir, sormak gerekir. Ama sözde hukukun üstünlüğü esastır, demokrasi lafa gelince yargı bağımsızlığını gerektirir. Tabi. Yürütme zaten sensin, yasama organları zaten senin elinde. Yargıyı da yaptığın müdahalelerle kontrol altında tutarsan, elbette “Yolsuzluk yoktur.” dersin. Hangi yolsuzluk, neyin rüşveti? Elbette dış mihraklar, paralel yapılar… Hayır, ‘Diktatör’ dediğimiz zaman biz kabahatli oluyoruz sonunda, o enteresan. Yine mağdur, yine mazlum…

Diyelim ki; Feyzioğlu hatalı. Yaptığı hareket yanlış, konuştuğu konular yersiz. Varsayalım kabahatli yani. Hatta belki de ortaya koyduğu davranış ve tavır yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelikti, bilemiyoruz. Eğer öyleyse bu durum da son derece eleştiriye açık bir konu, yeri gelir eleştiririz. Bunların tamamı ayrı birer konunun başlığı olabilir. Ancak altının çizilmesi gereken başka bir önemli konu mevcut: Başbakanın bu kontrol edilemez öfkesi. Kendisinin sıklıkla sergilemeye başladığı mahalle kabadayısı tadındaki saldırganlığı son derece endişe verici. Ki muhtemeldir birkaç ay sonra devletin en yüksek mertebesine ulaşacak bir kişiden bahsediyoruz ve bu kişi bulunduğu makamın gereği yapıcı, ayrıştırmadan uzak, sakin, birleştirici, toplumun her kesiminin hakkını gözetecek bir karaktere sahip olmalı. Bunun aksine başbakanın içerisinde bulunduğu psikoloji yakın zaman sonra oturacağı koltuk adına oldukça düşündürücü. Kendisinin toplumun tamamını kapsamayan düşünce yapısı, ancak bir parti lideri olarak kabul görebilir çünkü aksini düşünen kesimin de temsil edilebildiği bir meclis oluşumu söz konusu, doğrusuyla yanlışıyla. Fakat cumhurbaşkanlığı makamı bundan tamamen farklı bir yapı ve süre gelen zaman zarfı içerisinde Erdoğan’ın karşısında cephe almış ideolojik ve toplumsal kesimlerin sayısal mevcudiyeti de göz ardı edilemez. Yani bugün Danıştay’da kendisinden daha üstte olan bir makam varken sergilemiş olduğu bu saldırgan ve protokole aykırı davranış, yarın toplumun kendisinin benimsemediği kesimlerine karşı gösterebileceği tutuma dair korkutucu bir örnektir. Köyün delisinin muhtar seçilmesi gibi bir durumdur bu.

Danıştay gerginliğiyle ilgili Abdullah Gül’e gelen eleştirileri de anlamak oldukça güç. Cumhurbaşkanlığı boyunca Erdoğan’ın altında ezilmiş bir karakterden, bu yaptığından başka bir hareket beklemek de oldukça gülünç oldurdu zira. Çünkü çoktandır unutmuş vaziyette kendi makamının diğerlerinden farklı olarak çok daha fazla saygınlık ve mevcudiyet gerektirdiğini. Ben basit bir vatandaş olarak utandım kendisinin düştüğü acınası vaziyetten. Onun böyle bir utanç içinde olduğunu hiç zannetmiyorum ne yazık ki.

Uzun lafın kısası, gözüken tablodan çıkaracağımız sonuç; doğru veya yanlış, kendisine getirilen ve getirilebilecek olan her eleştiriye saldırıyla ve şiddetle karşılık vermeye müsait bir başbakan resmi söz konusu ve bu karakterde bir kişinin devletin en üst makamına yerleşmesi olasılığı neticesinde doğabilecek sonuç ve sorunlar sosyolojik olarak değil, öncelikle psikolojik olarak gözden geçirilmelidir. 

Ülkenin anahtarını verip direksiyona geçireceğimiz adamın kim olduğuna bir kez daha dikkatlice bakmak gerek. İçinde bulunduğu aracı kullanabilme ehliyetine sahip mi değil mi, emin olmalıyız. Bu son yaşanan Danıştay gerginliği de bu konu hakkında fikir yürütebilmek adına güzel bir örnek.