Erdoğan’ın yaptığı malum çıkışın ‘görünür’ nedenlerine
baktığımızda elde edeceğimiz bazı veriler şöyle: Feyzioğlu’nun ortamın ‘ev
sahibi’ olan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör'den daha uzun konuşması, kendisinin
esasında kanunen konuşma yetkisine sahip olmaması ve özellikle ‘Van’ konusunda
söyledikleri… Bunlar algı yönelimi için kullanılabilecek gayet kuvvetli
materyaller. Nitekim aynı günün akşamında ve devamında birçok (ana akım
olmayan) kanalın akşam bültenlerinde haberin “Feyzioğlu’nun skandal konuşması!”
şeklinde yer bulması ve hatta ‘Van’ Minute başlığıyla Davos çıkışının yeniden
hatırlatılması da bunun bir göstergesi. Aynı zamanda metnin kalan içeriği ile
ilgili herhangi bir cümle yayınlanmaması, hatta dahası; bu kanalların çoğunda
yer alan haberlerde Metin Feyzioğlu’nun sesinin bir kez bile duyulmaması… Aksine
başbakanın defalarca tekrar eden “Söylediklerin baştan aşağı yalan.”, “Bu
yaptığın edepsizliktir.” sözleri. Tüm bu süzgeçten geçen veriler doğrultusunda
gelinen noktada görünen manzara ise şöyle: Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun
yaptığı yaklaşık bir saatlik ve 27 sayfalık konuşma tamamen skandaldır,
Danıştay Başkanı’ndan daha uzun konuşması baştan aşağı edepsizliktir, Van ile
ilgili söyledikleri ise külliyen yalandır… Tebrikler. Görev başarıyla gerçekleştirildi
Tayyipçiğim… Metin kaka oldu, pis Feyzioğlu dediler… Desinler. Yurdun dört bir
yanında vatandaşlar Baro Başkanı'nı protesto ettiler. Etsinler.
Elbette işin bir de ‘görünmeyen’ malum nedeni var:
Tahammülsüzlük… Kendisine karşı yapılan ve yapılacak olan her eleştiriye karşı
saldırganlık gösterme hali. Bu durum, günden güne başbakanın en önemli özelliği
haline gelmiş vaziyette. Sindirme, korkutma, saldırma… Söz konusu toplantıyı
terk ettiği esnada Genelkurmay Başkanı ve Danıştay Başkanı’nın kendisinin
peşinden koşarak gitmesi de bunun bir getirisi. Oysa ne kaybederdi Zerrin
Güngör, Metin Feyzioğlu’dan önce yaptığı konuşmada olduğu gibi -en azından
formalite icabı da olsa- nitelikli davranabilseydi? Şahısların, bulundukları
makamın ağırlığına ve saygınlığına uygun hareket edememesi sonucu doğan acıklı
bir tablodur ortaya konan. Üzücü.
Danıştay Başkanı’nın o esnada başbakanın peşinden
gitmemesi, Metin Feyzioğlu’nun konuşmasını onayladığı veya konuşmanın altına
imzasını attığı manasına değil, başbakanın yaptığı yakışıksız hareketin
onaylanmaması anlamına gelebilirdi; elbette normal şartlar altında. Bu gibi ince
detaylar, başbakanın yıllardır süregelen devletin her makamını kontrol altında
tutma merakı neticesinde çoktandır kaybolmuş durumda. Böyle bir hareket Zerrin
Güngör'ün de Metin Feyzioğlu gibi başbakanın oklarının hedefine yerleşmesi demek
olacaktı. Başbakanla beraber salonu terk etmesi –ve elbette sonrasında Danıştay
makamından yapılan açıklama-, böyle bir durumun oluşmasını istememesinden
kaynaklanmaktadır. Zaten hazretleri kalktığı esnada düğmesi olmayan cübbenin
önünü iliklemeye çalışması da seviyesinin ve niteliğinin vahameti adına çarpıcı
bir gösterge.
Hepimiz farkındayız ki, toplantıdan önce de
davetlilere bildirildiği üzere 45 dakikalık olan konuşma süresinin, konuşmacı
tarafından bir şekilde uzatılması böyle bir tepkinin nedeni olamaz. Veya 20
dakika, 10 dakika. Fark etmez. Üstelik Metin Feyzioğlu, TBB Başkanı olarak her
an, istediği her durumda protokolü muhatap alıp konuşabilme, derdini
anlatabilme şansına sahip değil. Bunun harici yapacağı herhangi bir konuşmanın
medya tarafından ne kadar takip edileceği ve ne kadar geniş bir kitleye
ulaşacağı da son derece muamma. İşte başbakanın bizzat kendisi tarafından
yaratılan bu ‘ulaşılamaz ve eleştirilemez’ ortamı sonucu ister istemez böyle
bir fırsat bulmuşken, üstelik demokrasinin can damarlarından biri olan hukukun,
temel taşlarından biri olan avukatlarının seçilmiş kişisi olarak, mevcut
sorunları, belki de siyaseten rahatsızlık duyduğu davranışları dile getirmek
istedi Metin Feyzioğlu ve nitekim konuların hayli fazla ve detaylı olması
sebebiyle de sayfalar gittikçe uzadı. Konuşmanın uzun olması belki en fazla,
bir hatadır, böyle bir ortamda yapılmaması gereken bir davranıştır. Yine de bu
metnin içeriğini dikkate almamayı, söylenenlerin tamamını silip atmayı
gerektirmez. Ayrıca eğer konuşmanın uzaması gerçekten rahatsızlık yaratan bir
durumsa, bunu dile getirmenin veya buna tepki göstermenin daha ahlaka yakışır,
daha terbiyeli yöntemleri de mevcuttur. Nitekim Van ile ilgili altını çizdiği
noktaların başbakanın iddia ettiği üzere yalan olduğunu ‘varsayarsak’ bile, durumun
böyle olması büyük ya da küçük kendince makam sahibi olan bir kişiye “Edepsiz”
diyerek hakaret etmeyi gerektirmez. Bu yakışıksız davranış, kişinin kendi edep
yoksunluğuyla tarif edilebilir ancak. Ki söz konusu ‘yalan’ ise söz söyleyecek
en son kişidir kendisi.
Aslında bundan bir ay kadar önce yaşanan Haşim Kılıç
olayında daha ağır itham ve eleştirilere maruz kalmıştı başbakan. Bu seferki reaksiyonun
sebebi belki günden güne giderek artan tepkilerin bir noktada önüne geçme
gerekliliğine duyduğu inançtı veya makam olarak Feyzioğlu’nu daha dişine göre
buldu veya o gün sinir ilacını almayı unuttu, tam bilemiyorum. Belki de Haşim
Kılıç’ın konuşmasının bu denli uzun olmamasıydı. Her neyse. Ancak kendisini her
eleştirene ve karşısına alana “İşini bırak, siyaset yap.” demek de, ciddi
anlamda korktuğu şeyler olduğunun bir başka işaretidir. Bu resmen
mızıkçılıktır. Haşim Kılıç’ın veya Metin Feyzioğlu’nun bulundukları makam
sebebiyle siyasi içerikli bir konuşma yapmaya hakkı yok mudur? Veya siyaseten düşüncelerini
ifade etmeleri için kendi işlerinden güçlerinden vazgeçmeleri mi gerekmektedir
yalnızca? Anayasada böyle bir madde var mıdır? Veya başbakanın kendisi, yetkisi
dahilinde olmayan konularda ahkam keserken siyaseti bırakmayı düşünmüş müdür? Tabi
ki hayır. Çünkü o her şeyi bilir, hatta her şeyi en iyi bilir, her şeye gücü
yeter. Kiminle oturacağınıza, ne yiyip içeceğinize, nereye gideceğinize, ne
okuyup yazacağınıza o karar verir.
Yeri ve zamanı mıdır? Yukarıda da dediğim gibi Metin
Feyzioğlu her yaptığı hareket takip edilen, her konuşması gündeme gelen veya medya
ilgisinin odağında olan birisi değil. Öyle olsaydı Gezi Parkı Direnişi
esnasında yaptığı yapıcı konuşmalar daha fazla yankı uyandırırdı. Bu yüzden, bir
araya gelinme maksadının Danıştay’ın kuruluş yıl dönümü olması, kendisinin bu
konuşmayı gerçekleştirmeden önce dikkate alacağı bir konu olamazdı. Nitekim
kendisini bu konularda eleştirecek kimse varsa, önce başbakandan başlamasını
tavsiye ederim. Defalarca hastane açılışları olsun, özel davetler olsun veya
başka herhangi bir kalabalık ortam olsun kendisinin hangi konulardan bahsedip,
neye yönelik açıklamalarda bulunduğuna dair birçok örnek mevcuttur.
Peki, bugün şahsına ve partisine yönelik siyasi
eleştirilerde bulunan yargı mensuplarına “Cübbeni çıkar da gel.” kabadayılığını
yapan başbakan, kendisini Balyoz ve Ergenekon davalarının savcısı ilan
ettiğinde “Siyaseti bırak da gel.” tepkisini almış mıdır kimseden? Veya
yolsuzluk davasına ilişkin “Yolsuzluk yoktur.” demesi, konunun kapanmasına sebep
olabiliyorken ve istifa eden bakanlar ve diğer sanıklar hakkında takipsizlik
kararı çıkarken, kendisi hangi cübbeyi giymiştir, sormak gerekir. Ama sözde
hukukun üstünlüğü esastır, demokrasi lafa gelince yargı bağımsızlığını
gerektirir. Tabi. Yürütme zaten sensin, yasama organları zaten senin elinde.
Yargıyı da yaptığın müdahalelerle kontrol altında tutarsan, elbette “Yolsuzluk
yoktur.” dersin. Hangi yolsuzluk, neyin rüşveti? Elbette dış mihraklar, paralel
yapılar… Hayır, ‘Diktatör’ dediğimiz zaman biz kabahatli oluyoruz sonunda, o
enteresan. Yine mağdur, yine mazlum…
Diyelim ki; Feyzioğlu hatalı. Yaptığı hareket yanlış,
konuştuğu konular yersiz. Varsayalım kabahatli yani. Hatta belki de ortaya
koyduğu davranış ve tavır yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelikti,
bilemiyoruz. Eğer öyleyse bu durum da son derece eleştiriye açık bir konu, yeri
gelir eleştiririz. Bunların tamamı ayrı birer konunun başlığı olabilir. Ancak altının
çizilmesi gereken başka bir önemli konu mevcut: Başbakanın bu kontrol edilemez
öfkesi. Kendisinin sıklıkla sergilemeye başladığı mahalle kabadayısı tadındaki
saldırganlığı son derece endişe verici. Ki muhtemeldir birkaç ay sonra devletin
en yüksek mertebesine ulaşacak bir kişiden bahsediyoruz ve bu kişi bulunduğu
makamın gereği yapıcı, ayrıştırmadan uzak, sakin, birleştirici, toplumun her
kesiminin hakkını gözetecek bir karaktere sahip olmalı. Bunun aksine başbakanın
içerisinde bulunduğu psikoloji yakın zaman sonra oturacağı koltuk adına oldukça
düşündürücü. Kendisinin toplumun tamamını kapsamayan düşünce yapısı, ancak bir
parti lideri olarak kabul görebilir çünkü aksini düşünen kesimin de temsil
edilebildiği bir meclis oluşumu söz konusu, doğrusuyla yanlışıyla. Fakat
cumhurbaşkanlığı makamı bundan tamamen farklı bir yapı ve süre gelen zaman
zarfı içerisinde Erdoğan’ın karşısında cephe almış ideolojik ve toplumsal
kesimlerin sayısal mevcudiyeti de göz ardı edilemez. Yani bugün Danıştay’da
kendisinden daha üstte olan bir makam varken sergilemiş olduğu bu saldırgan ve
protokole aykırı davranış, yarın toplumun kendisinin benimsemediği kesimlerine
karşı gösterebileceği tutuma dair korkutucu bir örnektir. Köyün delisinin muhtar
seçilmesi gibi bir durumdur bu.
Danıştay gerginliğiyle ilgili Abdullah Gül’e gelen
eleştirileri de anlamak oldukça güç. Cumhurbaşkanlığı boyunca Erdoğan’ın
altında ezilmiş bir karakterden, bu yaptığından başka bir hareket beklemek de
oldukça gülünç oldurdu zira. Çünkü çoktandır unutmuş vaziyette kendi makamının
diğerlerinden farklı olarak çok daha fazla saygınlık ve mevcudiyet
gerektirdiğini. Ben basit bir vatandaş olarak utandım kendisinin düştüğü
acınası vaziyetten. Onun böyle bir utanç içinde olduğunu hiç zannetmiyorum ne
yazık ki.
Uzun lafın kısası, gözüken tablodan çıkaracağımız
sonuç; doğru veya yanlış, kendisine getirilen ve getirilebilecek olan her
eleştiriye saldırıyla ve şiddetle karşılık vermeye müsait bir başbakan resmi
söz konusu ve bu karakterde bir kişinin devletin en üst makamına yerleşmesi
olasılığı neticesinde doğabilecek sonuç ve sorunlar sosyolojik olarak değil,
öncelikle psikolojik olarak gözden geçirilmelidir.
Ülkenin anahtarını verip direksiyona geçireceğimiz
adamın kim olduğuna bir kez daha dikkatlice bakmak gerek. İçinde bulunduğu
aracı kullanabilme ehliyetine sahip mi değil mi, emin olmalıyız. Bu son yaşanan
Danıştay gerginliği de bu konu hakkında fikir yürütebilmek adına güzel bir örnek.