Mar 13, 2012

Koraç Kupası

Kupa, Koraç Kupası. Belki teşkil ettiği önem açısından dönemin üçüncü sıradaki turnuvasıydı fakat o yıla has bir durum mu tam emin değilim, ama üzerindeki Avrupa Şampiyonlar Kupası ve Kupa Galipleri Kupası'dan çok daha büyük bir heyecana sahne olmuş, kalite açısından bir hayli yüksek seviyede geçmiş bir turnuva olmuştu. Yıl, 1996... Mart 13. Rakip, sonraları daha da yakından tanıyacağımız Bogdan Tanjevic'in koçluğunu yaptığı, Ferdinando Gentile, Rolando Blackman, Dejan Bodiroga ve Gregor Fucka gibi şimdilerde 'efsane' diye zikrettiğimiz oyunculardan kurulu Stefanel Milano. Ki İtalyan takımlarının en formda, liglerinin de zirve zamanları. Efes Pilsen ise kenarda Aydın Örs'ün, parkede Petar Naumoski'nin önderliğinde rahmetli Conrad McRea'li, Tamer Oyguç'lu, Ufuk Sarıca'lı efsane kadrosuyla. İlk maçta İstanbul'da elde edilen 76-68'lik galibiyetin avantajı, Naumoski'nin 31 sayısı, maçın sonunda Fucka'nın koluna inen baltalar, bir sayının bile değeri... Yer, Milano... Bu kez skor 77-70 Stefanel lehine... Murathanoğlu'nun dediği gibi, tam bir matematik problemi. O psikolojiyle, sayılar kendi değerinde değil haliyle. Ama her şeye rağmen İtalyanlara "Yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor..." Murat Evliyaoğlu'nun saçma sapan üçlükleri, son anlardaki serbest atışlar, Gentile'nin attığını vurduğu şutlar ve 'Kupa Bizim' nidaları... Türkiye spor tarihinde ilk büyük başarı. Tam 16 yıl öncesi.

O zamanlar ilkokul dönemimdi ve daha ziyade futbol peşindeydim, diğer çocuklar gibi. Babam da gerçi hiç bir zaman net ve tamamıyle bir basketbol izleyicisi olmamıştır ama tesadüf olsa gerek, yakından ilgilendiği ve "Olsun, basketbol daha heyecanlıdır, bakma sen" diye yargıda bulunduğu, maçların hiç birini kaçırmadığı bir zamandı. Bu son maçın da diğerleri gibi haftaiçi oynanıyor olması belki uyku saatimle çakışıyordu ama muhtemelen baba savunmasıyla çözmüştük onu da, anne hücumlarına karşı. Tam hatırlamıyorum aslında, erken miydi yoksa? Ama hatırladığım bir şey var... O zamana dek hep bıyıklarla olan kötü bağlantıları nedeniyle uzaklaştırıldığım ve tadını hayli merak ettiğim Türk Kahvesi'ni, annemin insiyatifiyle ilk kez içmiştim. Maçın heyecanı içerisinde Naumoski diye haykırıp havalara sıçrarken, bir yandan da özenle kahve fincanını kolluyordum. Sonraları pek içmedim, uzunca yıllar hatta, sevmem de zaten hala, ya da aramam diyeyim. Belki de içtiğim ve ya içeceğim hiç bir kahvenin tadının o akşamkine yaklaşamayacak olmasından dolayıdır bu durum, kim bilir. O akşam kahvenin içinde biraz bira vardı, ellerde kupa, gözlerde mutluluk. Herkes birbirini kucaklamış, çığlıklar atıyordu. Ben babamın sırtında, bir elim havayı yumruklarken, annem ayağa kalkmış ellerini birbirine vuruyor, bir yandan da "Aferin" diyordu, "Helal olsun". 13 Mart'tı. Tam 16 yıl öncesi.

https://www.youtube.com/watch?v=fUH8imq8nHg

No comments:

Post a Comment