Mar 10, 2015

Yazsa Ne Güzel

“Güneş’i özledim” dedi. “Peki ya çiçekleri?” diye sordu. “Tabi” dedi, “Çiçekleri kim özlemez?” Yaz ile kışın anlamsız savaşının ortasında kalmak üzereydiler. Ateş çıkabilirdi. Gözleri doldu. Tatlıya bağlamak çok kolaydı yine de. Konuştu: “Hangisine daha uzaktaysa, en çok onu özler insan” dedi. “Rüzgarı bile mi?” diye sordu. “Gerekirse en çok rüzgarı hem de” dedi. Rüzgarın ne zaman, nereden eseceği belli olmaz. “Piyango biletlerinden gökkuşağı ikramiyesi çıksın artık” dedi dudaklarını bükerek. “Gökkuşağını da mı özledin?” diye sordu. “Gökkuşağı benden çok uzakta” dedi. Bir sürü rengi var. Durmadı. “Gökkuşağını kim özlemez ki?” Özlemek, bir çeşit uzaklık birimi gibiydi. “Seni kaç metre özledim biliyor musun?” Güldü. “Söyle bakalım kaç santimetre?” diye sordu. Öyle söyleyince daha çokmuş gibi gelebilirdi kulağa. Biliyordu. Çocukluğunun bayramlarında topladığı paranın ederiyle değil, eline tutuşturulan kağıt adedinin fazlalığıyla mutlu olurdu. Deste ne kadar kalınsa, o kadar zengindi… Önce sırıtarak başını yere eğdi. Sonra güldü tabi. “Çok” dedi sadece. Kelimeleri harcamak gereksizdi. “Belki yıldızlar kadar” Gökyüzüne baktı. “Öyle değil aslında” dedi, “Yanlış anladın” Yanlış anlamamıştı. Sadece eğleniyordu. Güldüler. Önce gözlerinin içiyle güler insan. Bazen kalbinin içiyle konuşur. “En sevdiğin meyve elma mı?” Kaşlarını olabildiğince kaldırdı. “Hayır” dedi, “Elmayı sevmem” Şaşırdı. “Elmayı herkes sever” Bir bakıma haklıydı. “Hayır, aslında muzu sever herkes” dedi. Buna itiraz edecekti hemen. Önce düşündü. “Muzu sadece fakirler sever” dedi ve devam etti: “Ama zenginler yer” Termometreye gitti gözü. Birçok duruma faydalı olduğu kesindi. “Isınacak değil mi havalar?” diye sordu marşmelov bakışlarla. “Merak etme ısınacak. Isınınca gideceğiz” Biraz durdu. “Keşke hiç gelmesek” dedi. Belki de demedi. İçinden geçirmiş olabilirdi yalnızca. “Belki bir gün hiç gelmeyeceğiz” dedi. Bu kez içinden söyledi. Emindi. “Suyu sürahiden mi içersin?” diye sordu. “Hayır, bardaktan içerim” dedi, “Ya sen?” Tereddüt etmedi. “Ben sürahiden içerim. Bardakla doymaz insan” dedi, “Özellikle yaz günlerinde” Güldü. Yahut gülerek geçiştirdi. Aslında bardaktan içerdi. Sustu. Biraz da susadı. Dudaklarını ısırdı. “Ben çocukken toprak yerdim” dedi. Her an yerden bir avuç toprak alıp yiyebilirmiş gibi bir hali vardı. Neyse ki toprak yoktu yerde. Halıyı da yiyemezdi ya! Tozlu halıyı. Pencerenin dışında griye doğru kırılan soğuğu hissetti. “Şimdi sıcakları özlemenin zamanı” dedi. “Güney yarımküreye gidip gelsek olmaz mı?” Henüz ağaçlar gölge vermiyordu: “Yazsa ne güzel” dedi. “Fark etmez kışsa da güney yarımküreyi görmüş oluruz en azından” diyerek güldü. Gülmek güzeldi. Coğrafya derslerinde sıranın altında şiir yazardı. “Uçaktan korkar mısın?” diye sordu yeri gelmişken. “Bilmiyorum” dedi. Şaşırdı önce. “İnsan neyden korktuğunu bilmez mi?” Biraz durdu. “Bilmiyorum” dedi bir kez daha, “Hiç uçağa binmedim ki!” Anladı. Gökyüzünde her uçak görüşünde kafasını çevirip bakması bundan kaynaklanıyordu demek ki. “Ben de binmedim biliyor musun?” dedi. Bilmediğinden emin olsa bile, bir şekilde biliyordu işte. Tuhaf bir durumdu. Başka birçok şeyleri öğrenmemesine rağmen biliyor olduğu gibi. Çekinerek söyledi yine de: “Biliyorum” Bulutlu gecelerde gözle görülmüyordu yıldızlar. Yine de oralarda bir yerdelerdi. “Artık Bukowski okumuyorum” dedi. Sebebi belliydi. Gözleri omuzbaşlarında duraksadı. “Yeni bir şey yazmıyor çünkü“ Güldü. Bukowski’yi kullanarak şaka yapan ilk insan değildi. “Yazsa ne güzel” dedi. Daha çok güldüler. Viskiyi de gençliğindeki gibi sevmiyordu artık. Yorucuydu. Belki iyice yaşlanınca. “Bir gün Bukowski’nin yerine de yazacağız” dedi. Ölmek insan olmanın gereği. Hepimiz öleceğiz. “Uyumak çok zor” dedi. “Neden, siyahı sevmez misin?” diye sordu ister istemez. “Hayır. Tam aksine siyah en sevdiğim renktir” diye cevapladı. “Yatağın” dedi, “Yatağın mı rahatsız?” Buna verecek bazı cevaplar bulabilirdi. Zorlamadı. “Galiba” dedi. Bir de “Eksik bir şeyler var” diye mırıldandı ağzının yarımıyla. Duyulmamıştı. “Bir masal olsa iyi giderdi aslında” Bir vardı. Bir yoktu. Uyanmadı. Yine de sabah oldu. Televizyonu açtı. Kendine göre bir çizgi film bulamadı. “Topyekûn eskidik” diyerek iç geçirdi: “Bilinçli bir şekilde çürüyoruz!” Televizyonu kapattı.

No comments:

Post a Comment